19 Şubat 2012 Pazar

ERLANGEN’DA BİR URFALI HALO

“Hayat ne garip” derken Cem Karaca, adeta yüreğinin ortasındaki bir çeşmeden dökmektedir kelimeleri. Kulağımda Cem Karaca’nın nefis sesi yankılanırken kendimi bir tren yolculuğunda buluyorum. Almanya’da bir kış günü, günlerden Çarşamba... Hızlı trenle Hamburg’dan Nürnberg’e gitmekteyim. Bilmeyene ithafımdır; Hamburg Almanya’nın kuzeyindeki en büyük şehri iken Nürnberg güneyindeki en büyük şehirlerinden biridir. Biraz müzik dinledikten sonra âlemin orta yerinde kurulduğum tren koltuğunda termosumdan aldığım sıcak çayı yudumlarken, bir mahalle delikanlısı olan Halil ile hayatın felek çemberinde hayalinde olmayan bir yaşamın parçası olan Sabiha’nın aşk öyküsünü izlemekteyken, nerden bilebilirdim ki ertesi gün büyük bir aşk itirafçısının içten konuşmalarına şahit olacağımı?

Çarşamba akşamı Nürnberg’ten Erlangen’a geçtim. Gezdiğim şehirler, geçtiğim yerler değildi sadece benim için. O yüzden olsa gerek bulunduğum yerlerde hep insanları gözlemler ve dinlerim; bazen beyin kütüphanemin raflarına güzel bir metin bırakmak, bazen de o metni yazıya dökmek için. Perşembe sabah erkenden kalkıp biraz tembel davranışlar sergileyerek saat ona doğru Erlangen Üniversitesi’ndeki bir büroda buldum kendimi. Selamlaşmalar, hal hatır sormalar ve bilimsel gerçeklik... Yeni bir sevda dilimizde, vatana millete hayırlı uğurlu olsun diye yola düştüğümüz... Kelime kelime, cümle cümle ve paragraf paragraf gözden geçirmeler, bilgi alışverişleri, eklemeler, çıkarmalar... Peşi sıra projenin tekerinin dönmesi, çalışanlarının finansal sorunlar yerine bilimsel kaygılarla hem dem olması için paranın sıcaklığına duyulan özlem mi desem gereklilik mi bilemiyorum ama buram buram finansal hesaplamalar... Sayısal uçuşlar, yerel konuşlar derken “gerekirse kendi cebimize de dokunuruz!” cümlesiyle yüzlere dağılan tebessümler... “Allah utandırmasın!” diyerek zaman planlamasıyla perdeyi kapatırken ateşe atılan İbrahim’e bir damla su taşıyan karınca yokluyor zihnimi. Doğdukları ülkenin geleceğine kendilerince bir tuğla koymak isteyen iki insanın varlığı kuşatıyor, başka bir ülkedeki dört duvar arasını. Hafiften bir serinleme arzusu ve sonrasında bedenimizin enerji motoruna biraz malzeme girdisi hayaliyle büroyu terk edişimiz...

Serinlemeden sonra Döner King’e haddini bildirmeye gidiyoruz, aslında böreğin King olduğunu hatırlatmak için. Ah benim bu börek sevdam... Hayatımın yaşanmış bölümü içerisinde İstanbul’daki Aslı Börek’in Aslı’sına henüz kavuşturmadı beni; lakin bugün başka bir yere gitme teklifine uzak durmama neden oldu. İyi ki börek sevdamın peşinden koşmuşum yoksa nerden dinleyecektim yüreğinin orta yerinden konuşan Urfalı Halo’yu?

Bizden nerdeyse bir on beş dakika sonra dükkâna yaşlı bir amca girdi. Dükkân sahibine ve bize selam verdikten sonra iki tane döner almaya geldiğini söyledi. Dönercinin “yine mi ablamla gezmelerdesin?” sorusuna gözlüğünün altından ışıldayan gözlerine yüzündeki samimi tebessümünü de ekleyerek “Evet” cevabını verdi ve bizimle de göz teması kurarak konuşmaya başladı: “Eşimin adı Bedriye, yeğenler... Lakin ben ona bir gün bile ismiyle seslenmedim ve ona hep ‘Gülizar’ dedim.” Ben kendi içimde “bir insan eşine neden farklı bir isimle seslenir” sorgulamasını yapmaya niyetlenirken amca konuşmaya devam etti: “Ben Urfalıyam yeğenler... ‘Gül’ün anlamını hepimiz biliriz, ‘izar’ ise bizim yörelerde yanak anlamına gelir. Bu yüzden ona hep ‘gül yanaklım’ dedim. Hayatımda anneme babama gösterdiğim hürmeti beni tanıyan herkes bilir ve belki de bu dünyada çok insan annesine babasına benim kadar hürmet göstermemiştir. Anneme babama bile demişimdir ki; eşime ve size duyduğum sevgiyi karşılaştıramam lakin Gülizar’ıma duyduğum sevgi daha ağır basıyor gibi. Tabii ben bunu bir gün bile eşime demedim, ola ki bu konuda anneme babama karşı elinde olmadan bilmeyerek bir hata yapsın. Fakat bir kadın erkeğinin kendisine duyduğu sevgiyi anlar.(1) Ve ben Almanya’ya geldiğim zaman o üç buçuk yıl Türkiye’de kaldı. Anlayacağınız ben burada rezil, o orada rezil oldu kader payımıza düşen yalnızlığı ve gurbeti yaşarken. Sonunda bu böyle olmayacak diye kendi kendime karar verdim. Bir gün işyerindeki Alman şefin yanına gittim, durumu anlattım ve çözüm olarak ya eşimin Almanya’ya gelmesi gerektiğini ya da benim Türkiye’ye dönmek zorunda olduğumu söyledim. Sağ olsun adamcağız sultanımın Almanya’ya gelmesi için işyerinin vermesi gereken evrakları hazırlattı ve bizim gönül gurbeti sona erdi Gülizar’ımla...”

Kısa bir süre daldı bizim Urfalı Halo. Sonra günümüzün evliliklerine göndermeler yapmak üzere açtı o tatlı ağzını: “Yeğenler, bizim evliliğin üzerinden acı tatlı, iyi kötü kırk iki yıl geçip gitti. Ben şimdiki gençlere bakıyorum, evcilik oyunu oynar gibi bir yıl bile sürdürmeden evlenip boşanıyorlar. Böyle aile olunmaz ki! Yuva dediğin sabırla örülür, aile dediğin çileyle yeşerir. Önemli olan iki kalbin birbirlerine duyduğu sevgiyi hep taze tutmalarıdır. Bir erkek eşini seviyor ve kıymetini biliyorsa, kadını onu rezil etmez, onu yüzüstü bırakmaz, onu evde baş tacı gönlünde padişah eyler. Böylece bir günle kalmaz, iki ömür boyunca her gün sevgililer günü olur, yeğenler! Yalan mı?”

Dükkânda bulunan herkes başlarıyla onay verdi Halo’ya. Daha sonra içimizden biri “Kaç çocuğun var?” diye sordu Urfalıya. İlk başta ağzından “iki” kelimesi çıktı, fakat dönercinin “kızları niye saymıyorsun?” çıkışının arkasından bir düzeltme yaptı: “İki kızım, iki oğlum var.”(2) Bu kez Halo’yu zor durumdan kurtarmak için espriyi biz patlattık: “Demek ki kızları saydın, oğlanları saymadın.” “Hepsi evlat, hepsi can yeğenler... Kimi kimden ayırt edeceğim ki...” dedi Urfalı Halo. Konuşmanın satır aralarında öğrendiğimize göre Urfalı, Almanya’nın farklı şehirlerinde yaşamış ve en son çocuklarının eğitimi için Erlangen’a yerleşmiş. Çocukları üniversite eğitimini başarıyla bitirip alanlarında güzel işler bulmuşlar. Emekli olan Halo, gönlünün her daim kanat çırpan beyaz güvercini Gülizar’ıyla Erlangen-Urfa arasında üçer beşer aylık sürelerle mekik dokuyarak yaşamına devam ediyormuş. Sanırım emeklilik yıllarının tadını doğduğu, büyüdüğü yerlerde çıkarmak ve gurbetin yüreğinde açtığı derin yaraları memleket havasıyla kapatmak için...

Hayatı tecrübelerle örülmüş ve yaşamını kendince anlamlı hale getirmiş Urfalı Halo’nun samimi ve içten sohbeti, börek keyfi esnasında ve sonrasında yudumladığımız çaylar gibi içimizi ısıttı. Vakit darlığımız olmasa Halo’yu daha çok konuştururduk galiba; ama gitmemiz gerektiği için hem Halo’dan hem dükkân sahibinden müsaade istedik. İkisi birden “Yaptığınız işlerde Allah kolaylık versin ve yardımcınız olsun!” temennisiyle bize müsaade verdiler. Güzel sohbeti için Urfalı Halo’ya ve ikram ettiği güzel peynirli ve sebzeli börekler için dönerci ustaya teşekkürler. Var olasınız Anadolu’nun buram buram toprak kokusunu üzerlerinde taşıyan bey-zâdelerim, var olasınız!

Enis Buğra Can
Erlangen-Nürnberg-Fulda
16-19.02.2012

(1) Tam bu noktada Kazancakis’in “Günaha Son Çağrı” kitabından bir kesit aklıma geliyor: “Gökteki kırlangıç, yerdeki geyikten daha tez koşar. Kırlangıçtan daha tez de insanın zihni uçar. İnsanın zihnindense daha hızlı kadın yüreği vardır.”

(2) Genellikle Türkiye’nin doğu, güneydoğu ve Karadeniz’in bir bölümünde yaşayan bazı insanlar, kaç çocuğa sahip olduğu sorulduğunda sadece erkek çocuklarının sayısını söylerler.

Yazıyı yazarken denk geldiği için Kayahan’dan 365 Gün...


6 yorum:

  1. Cok hos anlatmissiniz izlenimlerinizi tebrik ediyorum. Hayat oyle ya da boyle gecip gidiyor amma velakin yazilanlar kalici oluyor.Buarada gorusmenizin nasil gectigi hakkinda biraz olsa fikir sahibi olduk. :) Rabbim basarilarinizi daim etsin. Hayatima guzel, farkli bir renk kattiginiz icin tesekkurler.

    YanıtlaSil
  2. Gözlerine ve klavyene saglik pasam... Filipinlere selam olsun, üniversite diplomani aldiktan sonra bir gün tekrar bir caydanlik cayin yaninda bulusmak dilegiyle... Selamlar...

    YanıtlaSil
  3. yazı tekniğin her geçen gün güzelleşiyor...

    YanıtlaSil
  4. Tesekkürler ADSIZ YORUMCU :-))) Degisimi ve güzellesmeyi fark etmeniz ne güzel! Daha güzel yazilarda bulusmak ümidiyle... Selam ola!

    YanıtlaSil
  5. Bilhassa aile ve evlilik üzerine derin bir hayat tecrübesi ihtiva eden şu cümleler ne iyi;
    "Yuva dediğin sabırla örülür, aile dediğin çileyle yeşerir. Önemli olan iki kalbin birbirlerine duyduğu sevgiyi hep taze tutmalarıdır. Bir erkek eşini seviyor ve kıymetini biliyorsa, kadını onu rezil etmez, onu yüzüstü bırakmaz, onu evde baş tacı gönlünde padişah eyler. Böylece bir günle kalmaz, iki ömür boyunca her gün sevgililer günü olur, yeğenler!"
    Yeni zamanların evlilerinin kulağı çınlasın.
    Yapılacak çok işimiz, yenecek çok sebzeli böreğimiz var :)
    Ellerine sağlık efendim.
    İstanbul'dan Alaman ellerine selamlar...
    [yıldız]

    YanıtlaSil
  6. Altini derince cizdiginiz cümleler icin tesekkürler ey YILDIZ... Alaman ellerinden de yüregimizin ucunda bulunan sehr-i Istanbul'a selamlar olsun. Tabii günlerden bir gün YILDIZ ailesinde de yiyecegimiz tepsi tepsi böreklerin pisirilmesi hayaliyle...

    YanıtlaSil